Motor ile Avrupa Turu

dsc_0091_7449

Daha önce Türkiye’de uzun gezilerimiz olmuştu ama Avrupa gezisi 2014 yazında yaptığımız, 13 güne 10 ülke sığdırdığımız ilk uzun yurtdışı gezimiz aslında. Hep hayalimizde böyle uzun bir rota vardı, Bükreş’e taşınınca bu hayale daha yakın olduğumuzu gördük ve bu fırsatı değerlendirmek istedik. Güzergahımız Romanya-Bükreş, Sighisoara ve Cluj-Napoca, Macaristan-Budapeşte, Avusturya-Viyana ve Graz, Slovenya-Lubliyana, Hırvatistan-Pag, Hvar, Dubrovnik, Karadağ- Kotor ve Budva, Arnavutluk, Kosova-Prizren, Makedonya-Üsküp, Bulgaristan ve Bükreş ile 3.500 km ile Avrupa’nın ortasında bir çemberi tamamladık.

1. Gün -Romanya

Sighisoara

Sighisoara cok  iyi korunmuş, cok şirin bir ortaçağ kenti. Zaten 1999 itibari ile UNESCO’nun dünya tarih mirasi listesinde yer alıyor. Drakula olarak bilinen Vlad Tepes’in doğduğu yer burası, babası ile beraber yaşadığı rivayet edilen evi simdi restoran olarak kullanılıyor.

Okuduğumuz kaynaklara gore kent, Transilvanya’yı fetheden Macar kralları tarafından sunulan avantajların cazibesine kapılarak bölgeye yerleşen Germen (Sakson) zanaatkarlar tarafından kurulmuş.  Kenti çevreleyen duvarla ve tarihi kent merkezinde yer alan pek çok binanın tarihi 14. yüzyıla kadar dayanıyor.

Yaklaşık 4saatlik bir motorsiklet yolculuğundan geldiğimiz icin ilk gördüğümüz yerde dinlenmeye bırakıyoruz kendimizi ama yeni gidecekler Icin tavsiye saat kulesinin olduğu eski kasabaya dogru yukarı yurumeleri ve Piata Cetatii meydanındaki minik kafelerde vakit geçirmeleri. Kulenin mimarisi cok ilginc, çatısı ahşap ve  renkli motiflerle bezenmiş.

Braşov ve Sibiu dan sonra Sighisoara da Romanya’nin en guzel orta cağ kentleri listemize giriyor. Bu minik, romantik kent mutlaka görülmeli.

Cluj-Napoca

Eski Transilvanya eyaletinin başkenti olan Cluj Napoca, Bükreş’ten sonra Romanya’nin en kalabalık sehri. Romanya’nin en buyuk üniversitesi Babes Bolyoi Universitesi’ ne ve haliyle bir cok gence ev sahipliği yapan bu kent  genç bir ruha sahip.  Birçok akademik ve kültürel aktivite duvardaki rengarenk afişlerde kendini gösteriyor

Eski sehir Unirii meydanındaki St. Michael’s kilisesi ile basliyor. Bu kilise bana Braşov’daki Black Church’u cok andirdi.

Arnavut kaldırımı sokaklar, butikler ve şirin kafeler yine bir Germen kenti havasini estiriyor.

Cok guzel bir botanik bahçesi de var ayni zamanda.

Biz merkeze 5dk yürüme mesafesinde Capitolina isimli bir otelde kalıyoruz. Yeni ve tertemiz, tavsiye edilir. Şehrin ruhu cok genç demişken gece hayatini denemek de fayda olabilir ki biz bu sabah 5.30da kalkmış ve 6saat motor yolculuğu yapmış gençler olarak bitik durumdayız:)

3. Ve 4. Gün-Budapeşte

Veeee Romanya’dan cikip ve motorumuzla ilk defa bir ülke sınırı geçip Macaristan’a giriş yapiyoruz. Cluj’dan yaklasik 450km lik yolculuk sonrasi Budapeşte’deyiz. Tuna nehri eski kentin ortasindan geçiyor ve doguda Pest , batida Buda olmak sehri iki bölgeye ayiriyor. Otelimiz Pest kisminda Hotel Promenade; cok merkezi, tertemiz. Zaten bircok otel,carsi ve kafeler Pest kisminda. Buda kısmı ise coğunlukla tarihi yapıların, saraylarin, kiliselerin oldugu bolge.

dsc_0091_7449

İki bölge birbirine 3 ana koprü ile bağlı. Sehre geldiğimizde zaten ögleden sonra olduğu icin merkezde kisa bir tur atip, Tuna kenarinda dinleniyoruz. Bu ambians harika. Bir sehirden nehir, deniz, kanal ne gecerse gecsin ama su olsun. Bukreş’de bunu özlüyoruz işte, havasini çok degiştiriyor şehrin. Nehrin iki yanina sezlonglar koymuslar, insanlar güneşleniyor.

Nehir kenari dinlenme sonrasi yemek yemege geciyoruz. Tripadvisordan super,kucuk  bir Macar restorani buluyoruz. Yine Pest tarafinda, ismi Hungarikum Bistro. Onceden rezervasyon yaptirmak gerekiyormus ama sansimiza 1 cift gelmeyince bize masa aciliyor. Yemekler muhtesem, servis sahane, garsonlar cok guler yuzlu.Tabiki gulaş deniyoruz, lezizz! Ana yemekleri de sahane, zaten sinirli sayida cesit var, hepsi denenebilir.

Yemek sonrasi otele donerken Tuna nehri, isil isil kopruler, Parlemento binasi isiklariyla cok romantik bir hava yaratiyor. Burda yaşamak istiyorum bir an.Atilla’ya bana bir daha evlenme teklif etmek isterse burda edebileceğini soyluyorum:)) guzel sehir ne yapalim!

Ertesi gün erken kalkip yollara düşüyoruz, gezecek çok yer var. Ilk olarak Buda tarafina gecip Buda Castle’i (Royal Palace) ve Matthias Kilisesi’ni geziyoruz. Burasi sehri yukardan izleyebilecegimiz muhtesem bir nokta. E haliyle bol bol foto, video, instagram, go-pro Japonlardan beteriz. Teknoloji sarhoşluğunda savruluyoruz:)) Yeter deyip sehri gezmeye devam ediyoruz.

Sehirde hummali bir restorasyon calismasi var. Heryer is arabasi, bir yandan yerdeki taslar yenileniyor, bir yandan binalarin dis cepheleri beyazlatiliyor. Ayni anda onlarca işçi çalışıyor. Özel bir sebebi var mi bilmiyoruz ama bitince daha da güzelleşeceğine eminim.


Saraydan sonra Central Market Hall’a gidiyoruz. Pest kisminda ,çok guzel eski bir bina burasi. İçerisi ise acik pazar. Envai cesit meyve, sebze, sarkuteri urunu bulunuyor. Onumuzde 2 Turk yuruyor, su diyaloga sahit oluyoruz: “Aaa Macar salamı diye bişey var , işte bu”. Ayni diyaloğu bizde yaşadiğimiz icin bunun şeefine hemen salamlari fotoğraflıyoruz:))) Bu arada tam pazardan cıkarken sağda ufak bir fırın görüyorum ve Retes isimli inanilmaz bir tatli deniyorum. İci erikli sicacik, unutamiyorum tadini!

Ogleden sonra motoru alip sehrin guney dogusuna kaplicalari gormeye gidiyoruz. Bu sehir kaplica havuzlari ile ünlü. Bizim gittiğimiz ise Szechenyi Thermal Pool, parkının içinde bayagı büyük bir tesis. Havuza girmeden tesisin etrafini gezip parki dolasiyoruz. Bugün burda ücretsiz Scorpions konseri var. Herkes akin akin parktaki konser meydanina geliyor. Çok güzel bir ortam.

Günün sonuna yaklasirken ismini Tripadvisor’dan gördügümüz ve Avrupa’nin en iyi kafesi unvanina sahip New York Cafe’ye gidiyoruz. Avrupa’nin en iyi kafesenin isminin New York olmasi da cok ironik:)) Cafe çok ihtişamli bir süslemeye sahip ve pastalar muhtesem. Menuyu açıp en az iki pasta denemek lazım. Super super.

 

Budapeste’de son günümüzün sonuna gelirken yine sokaklarda yürüyüp aksam yemeği yiyoruz (adini hatirlayamiyorum:(. Tam karsımızda Mini cafe var (Cooper’ cilarin boyle bir konsepti olduğunu bilmiyordum). Şirin!

Yarin Viyanaaa:))

5.ve 6. Gün-Viyana

Viyana’ya Budapeste’den yaklasik 200km lik yolculukla öğleden sonra varıyoruz. Şehir çok büyük ve 1,5 günümuz var. Yorgunuz ama kolları sıvayıp yola koyulmak için haziriz. Tam turistiz, ekipman full , foto makinalari, telefonlar, go pro kendisi ve sopasi, sandaletler, çanta. Zannedersin dağa cikiyoruz 🙂 Kaldigimiz otel Josefstadt’da  Hotel Zipser. Temiz, rahat ve merkezi (Rathaus metrosuna yürüme mesafesi).

İlk gün zaten yarim günümüz var; hizlica birseyler yiyip eski kentin merkezi Innerstadt’a dogru yürüyoruz. Sokaklar tertemiz, tarihi binalar çok görkemli ve sanki dün temizlenmiş gibi dış cepheler bembeyaz. Gundelik yaşamla tarihin içiçe olduğu şehirler cok keyifli oluyor. Tarihi uzaktan izlemiyorsunuz, mesela Hofburg sarayina bakarken bahçesinde güneşlenip, çimlerde laptopla çalişabiliyorsunuz:)) aşagıdaki fotoya dikkat cekerim: Mozart’ın heykeli, takim elbiseli genc, arkada guneslenirken laptopuyla çalışan lady, yine güneşlenen çocuk, komik bir mix:))

Sokaklarda dolaşıp, akşam Museums Quarter da birseyler iciyoruz. Burada Leopold müzesi var, bizim gitmeye zamanımız olmadı ama bi dahaki gelişimize gideceğiz.

Ertesi gün program cok yogun, 1 tam günümüz var vee gezecek cok yer var. Ayni zamanda bugun 18 Haziran evlilik yildonumumuz:) Guzel bir gün bizi bekler. Sabah erkenden davranip ve ilk duragimiz Belvedere Sarayi’na gidiyoruz. Sarayin hemen onunden tramwaylar geciyor, D hattina binince önünde iniliyor. Biz metro ile gittik ve yürüdük , gerek yokmuş. Belvedere sarayi Osmanli Imparatorlugu’na karşı kazandigi zaferlerle sonucu büyük bir servete sahip olan Prens Eugen tarafindan 1711-1723 yılları arasinda yaptırılmış. Saray aşağı ve yukarı Belvedere olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Yukarı Belvedere sabit sergilerin olduğu kısım ve Klimt’in ünlü the Kiss tablosu burda. Bayiliyorum bu tabloya:))

 

Bunun disinda yine yukari Belvedere ‘de  Klimt’in farklı eserleri, Monet tablolari ve Rodin’in heykellerini de görmek mümkün.

Belvedere Sarayi’ndan sonra şehrin en ünlü ve Avrupa’nin hatrisayilir muzelerinden Albertina müzesine gidiyoruz. Monet, Picasso,Dürer, Michelangelo’nun  birçok tablo ve eskizleri bulunuyor. Mutlaka gezilmeli.

Albertina sonrasi yurumekten yorulan bünyelere  schnitzel iyi gider. Figlmuller şehrin en ünlü schnitzelcisi. Önceden internetten rezervasyon yaptırmakta fayda var. İncecik schnitzeli ve patates salatası gerçekten cok leziz. Guzel bir ogle yemegi icin tavsiyemizdir.

wpid-dsc_0161.jpg

Yemek sonrasi tatlilarini da deneyelim diyoruz ve tarihi Demel pastanesine gidiyoruz. Hem Budapeste hem de Viyana da cok guzel hamur isi tatlilari var mutlaka denemeli. Demel’ de bir Apfelstrudel (elmali, tarcinli  hamurlu bir tatli) ve Sachertorte (buranin en geleneksel cikolatali keki) deniyoruz. Cikolatali pasta icin muhtesem diyemeyecegim ama Apfelstrudel gercekten cok leziz. Pastanenin arka tarafindaki camekanli mutfakta pastalari özenle süslüyorlar.

Bir sonraki durak otel lobisinde görevli arkadasin israrla önerip, orayi görmezseniz Viyana’yi gezmis olmazsiniz dediği Schonbrunn Sarayı ve parki. Schonbrunn zamaninda kraliyetin yazlik sarayiymis. Imparatorice Maria Teresa tarafindan insaati tamamlandirilmis.  Hofburg Sarayi  ise kışlık saraydi. Bu Saray da kraliçe Sisi’nin (bir nevi Hurrem) entrikalari ile unlu.Schonbrunn sarayinin cok guzel park ve bahceleri var.

Saraydan çıkıp otelden motoru aliyoruz ve istikamet Hundertwasser House evleri. Konsept  Avusturyali sanatci Friedensreich’e, mimarisi Joseph Krawina’ya ait.  Avusturya’ nin Gaudisi  de denebilir. Evlerin dis cepheleri cok ilginc, hatta yaninda Hundertwasser village isimli bir cafe var, biz gittigimizde kapaliydi ama resimlerinden gordugumuz kadariyla icerde birseyler icip o tiyatral havayi solumakta fayda var.

Viyanada’ki son aksamimizi kanalda sonlandiriyoruz. Tuna nehri, eski kentin dogusuna dogru bir kanal olusturuyor Kanalin iki tarafi graffiti ile boyanmis duvarlar ve hipsterish tarz kafeler ile cevrili. Tam dünya kupasi zamani oldugu icin de herkes yerlerde oturmus maç izliyor. Buranin en unlu bari Flex, biz de girip birer wurst ve patates kizartmasi alip kanal yanina kuruluyoruz. Flex’i cok sevmiyoruz ama yanyana bir suru keyifli cafe bulmak mümkün.

Hosçakal Viyana, o kadar cok sevdim ki ben bu sehri Hofburg sarayi onundeki havuza dilek parasi attim bi dönem burda yaşamak icin:))

Yarin hedef Slovenya, başkenti Ljubljana.

7.Gün-Ljubljana

Ljubljana’ya Viyana’dan baslayan 450km’lik motor yolculuğundan sonra cok yorgun giriyoruz. Bu şehri secmekteki ılk hedef Viyana Hırvatistan yolunda arada konaklayacak merkezi bir yer bulmakti. Ama sehrin merkezi o kadar tatlı ki bu yorgunluğa rağmen bizi yürümekten alikoyamiyor.

image

Eski kente 3dk yürüme mesafesinde Atikus B&B. Tertemiz bir otel, güleryüzlü genç bir kiz işletiyor. B&B konseptinde beklenti yüksek değil bu yüzden fazlasıyla memnun kalıyoruz. Merkez ufacık , ortasından Ljubljanica nehri geçiyor, iki yani yemyeşil ağaçagaclar, kafeler ile çevrili. Triple bridge isimli bu minik köprüler nehrin iki yanını birlestiriyor. Merkezin bir ucundan diger ucuna 10dk da yürüyoruz.Cok keyifli, ufak bir Italyan kasabası gibi. Italya’ya komşu olduğundan doğal bir etkileşimleri olsa gerek:)

Aksam yemegimizi, Dvorni ‘de kanal manzarasına karşı yiyoruz. Burasi cok şirin bir yer:)) Bitmesin bu aksamm!

Ertesi sabah da gun ışığıyla son bir tur atıp, kahvemizi içip Hırvatistan’a doğru yola çıkıyoruz.
Deniz tatili başlasın:)

8-11. Günler -Hırvatistan

Pag Adası:

Lubjljana’dan yalaşık 400km’lik yolculuk sonrası Hırvatistan’da  ilk durak noktamız Pag’dayiz. Ilk durağımız Krk adası mı yoksa Pag adası mı olsun diye düşünürken Ljubljana’da kaldığımız otelin işletmecisi kiz mutlaka Pag’a gitmemizi ve Krk de zaman harcamammizi önermisti. Pag ufak bir ada, Novalja adanın en büyük merkezi. Hareket ve eğlence arayanlar burayi tercih edebilir. Biz çok olgun bir çift olduğumuz için:) :P, doğayla başbaşa Simuni bölgesini tercih ediyoruz.

Şaka bir yana, doğayla içiçe ufacık bir sahil köyü havasında burası. Otel ararken Simuni Village Camping’i keşfediyoruz. Burası karavanla tatil yapanlara özel oluşturulmuş muhteşem bir tesis. 4 farklı koyu, restoranlari, barı, marketi,manavi vs herseyi içinde. Almanya’dan ve Italya’dan karavanları ile gelen onlarca aile var. Burada kalmak için illa karavanla yolculuk etmek geekmiyor, mobile house ismini verdikleri bungalov şeklindeki evlerde de kalabiliyorsunuz. Tesis için bilgi linkte. http://www.camping-simuni.hr/en

Bu kadar uzun motor yolculuğu, üstüne Budapeşte ve Viyana gibi nefes almadan gezdiğimiz iki büyük şehir, tükenen bacaklar ve bellerin aradığı yer tam anlamıyla burası:)) Ayaklarımızı uzatip, kitaplarimizi alıp 2 gün sahil kenarinda keyifteyiz.

Bir sonraki durak Hvar adası.

Hvar Adası:

Hvar adası Pag’dan yaklasık 250 km uzaklıkta, ama deniz kenarındaki yollardan gelindiği için virajlı ve uzun  sürüyor; haliyle de motorla biraz yorucu oluyor.

Hvar adasının merkezi çok şirin ve nispeten büyük sayılır. Burada kalanlar için teknelerle Hvar’ın hemen karşısındaki Paklena adalarına gidilebilir. Biz tercih etmedik ama buradan ufak tekneler kiralayıp beachler gezilebilir ve snorkeling yapılabilir. Palmizana Beach’in çok güzel olduğunu ve bazı sahillerin de partyy  mood için çok ideal olduğunu okuduk. Ayrica ilgisini çekenler için bir çok  Nudist beach mevcut:) Meğersem nudist beach tercih edenlere Naturalist deniyormuş, ilerleyen günlerde talihsiz bir şekilde öğreneceğim:)))

Biz Hvar merkezde değil, Milna isimli ufak bir tatil kasabasında kalıyoruz. Ufak, beyaz çakıl ve berrak suyu olan tatlı bir sahili var. Kaputaş plajını andıriyor. Burada Plazibat Apartments da kaliyoruz. Adada otelden ziyade çok fazla ev alternatifi var. Bizim kaldıgımız evi de çok tatli bir çift işletiyor. Odamiz tepeden denize bakiyor, balkonu çok şirin, tertemiz,konumu çok merkezi kesinlikle öneririz.

image

Milna’da 2gün kaldıktan sonra Dubrovnik için yola cikiyoruz. Scuraj’dan arabalı vapura binip karaya geçmemiz gerekiyo. Buraya gitmek için adanın en doğu ucuna 70km lik bir yolculuk yapıyoruz. Saat 11 :15 vapurunu kaçıracağimizi anlayinca, birsonraki saat 14:00 vapuruna kadar güzel bir sahil bulup yüzmeye karar veriyoruz. Vee karşimiza bir cennet çıkıyor. Kamp Mlaska. Burası yine karavancıların kamp yeri ama ufak bir ücretle girilebiliyor. Muhteşem bir deniz, turkuaz rengi, bembeyaz kum. Ben tabiki kendimi kaybediyorum:))) Iyiki vapuru kaçırmışız, hatta bir sonrakine değil saat15:00 feribotuna binmeye karar veriyoruz. Burası inanilmaz…
Talihsiz nudist deneyimim de burda gerçekleşiyor:)) Duştan çikinca, sahilin diğer tarafına bir uzantı olduğunu görüyoruz. Naturalist diye de ok koymuşlar. Aaa burasi neymiş ne güzelmiş diye heyecanla kendimizi atınca beyaz popolar bizi karşılıyor:)))) Aynen geri topuk:)))
Bu doğada da gelde naturlist olup doğayla bütünleşme yaniiiii:)))
image

image

Dubrovnik:

Dubrovnik çok masalsı bir şehir, en büyük önerim eski kentin sokaklarında gezmek, ara sokaklarda kaybolmak, bol bol fotoğraf çekmek, gün batımını izlemek,güzel bir yemek yemek, sonra yine sokaklarda müzik dinlemek. Bayılıyoruz buraya!

Kotor-Budva-Arnavutluk-Prizren-Üsküp-Sofya:

Dönüş yolculuğumuz Karadağ Kotor ve Budva, Arnavutluk üzerinden Kosova-Prizren, dağ yollarından Makedonya-Üsküp sonra Sofya konaklama ve en son start verdiğimiz yer Bükreş.

Dönüş yolculuğunda kullandığımız rota çok gelişmiş Avrupa ülkeleri olmadığı için öncelikle  motorsiklet kullanıcıları için yol durumunu belirtmekte fayda var. Montenegro yollarının Hırvatistan’dan pek farkı yok ;  tek şerit, kalabalık, uzun mesafeden sonra sıkıcı dahi olabiliyor manzaraya rağmen. Budva en turistik bolgesi asagida bir kac fotograf gorebilirsiniz. Karadağ son dönemde Türk turistlerinde dikkatini çeken destinasyonlardan, fiyatlar gayet uygun imkanlar iyi ama bize biraz kalabalık geldi.

Arnavutluğa geçişi eski dağ yolundan yaptık, bir sıkıntı yaşamadık genel olarak iyi bir yol değildi ama kestirme yol diyebilirim, navigasyon direk olarak bu yolu öneriyor. Başta bulmak biraz zor oldu.

Arnavutluk az gelişmiş trafik düzeni bozuk olan bir ülke ama Prizrene giden otoban bayağı şaşırttı, (Türk firma yapmış) gayet geniş iyi ve boş idi, ulkenin zaten tek otobanı. Kosovaya girmeden özel saraç sigortası yaptırmanız gerekiyor hemen yakında kulube mevcut, ulke EU kullanıyor ve tahmin edeceğiniz gibi özellikle Hırvatistan’dan sonra çok uygun  fiyatlar.

Kosova,da hiç yabancılık çekmedik neredeyse herkes türkçe biliyor en azından anlıyorlar, içiçe yaşayan bir toplum, siyasi durumunu konumunu sizde bılıyorsunuz, iki bayrak kullanıyorlar ve Arnavutluk’un ve Sırbistan’ın bir parçası halindeler. Ama onlar bağımsızlıklarını savunuyorlar her ne kadar bazı ülkeler bunu kabul etmese de.

Dönüş yolunda ikinci gün Prizren’den Üsküp’e oradanda  Sofya hedef. Üsküp’e yolculuğumuzu kısa yoldan dağ yolundan yapmaya karar verdik ve çok iyi bir karar verdiğimizi anladık çünkü Avusturya’yı aratmayacak güzellikte yollardan geçtik.Bir gün önceki sağanak yağıştan dolayı, kısmen taş yığınları ile karşılaştık ama keyifli bir yol oldu.

dsc_0573_7909s

Gidecekler için vakitinz var ise Prizren yerine dağda çok iyi tesisler ile karşılaştık burada kalmanızı öneririz.

Dönüş yolunda Atilla’nın koluna giren arının gazabına uğraması ve ancak beş gün sonra geçmesi ayrı bir macera oldu.Yolda iken vücusudunuzdaki açık noktaları arıya karşı kapatmak çok önemli, Atilla’nın kaskının içine girip yüzünde gezen diğer arıyı da düşününce içim bir fena oluyor:)

Üsküp’te yemek molası ve ardından akşam problemsiz gümrük kontrolünden sonra Sofya’ya vardık. Bulgaristan sınırında ilk defa gümrük bagaj açtırdı ve sorular sordular.

Sofya’da eklediğimiz fotoğraflardan göreceğiniz gibi orta karar bir şehir ama genç hareketliliği açısından daha aktif Avrupa ülkesi havasında.Parklar,  üniversiteli gençlerle doluydu. Özellikle gidilip gezilmesi gereken bir şehir diyemiyeceğiz.  Gerçi çok fazla gezme fırsatımız da olmadı.

Son gün hedefimiz artık eve dönmek, düşündüğümden daha kolay ve kısa geçti, tek şerit olmasına rağmen yollar geniş düz ve boş idi. Sınırda da bizi hiç durdurmadılar.

Bu fotograf eve varış son nokta fotoğrafımız…aslında bır 200 km daha olsa gidebilirdik derkeeen , yok yeter artık :).

Tekrar evimizde olmaktan mutluyuz, güzel bir deneyim oldu bizim  için, yeni yolları iple çekiyoruz, yıllar önce bu zehir bize bulaştı ve belki dünyayı gezene kadar bu böyle devam edecek ve hiç bitmeyecek.

2 haftalık maceralı, muhteşem tatilimiz burada bitiyor ve uzun zamandır hayal ettiğimiz bir geziyi noktalamış oluyoruz. Harika yerler gördük, yeni bir sürü şey ögrendik, çok eğlendik, çok dinlendik:)) Dünya çok büyük, hayat nazaran kısa; görülecek, yaşanacak, keşfedilecek çok yer var, durmamak lazım yerimizde..Bir sonraki tatili iple çekiyoruzz!!

Kullandığımız ekipmanlar:

Fotoğraf makinesi Nikon D90, Gopro3+Black Edition/uzaktan kumanda ( tatil boyunca oyuncağımız oldu ve farklı bir boyut kazandırdı )
Navigasyon sistemi Garmin 2595LM ( bluetooth sıstemi intercom ile uyusmadı ama çok memnun kaldığım bır cihaz oldu )
Komunikasyon sistemi: Midland BTX2 ( problem yaşamadık, başarılı bir ürün )

dsc_0389_7733s

DSC_0611_7947

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s