Romanya’nın büyülü kenti Sibiu…
2014 Kasım ayına bir hafta kala güneşin tatlı bir sürpriz yaparak kendini gösterdiği böyle bir haftasonunu taclandirmadan olmaz diye düşündük. Vee yolculuk Transilvanya’nin en büyülü kenti Sibiu…
Haftasonunu motivasyonun tertemiz bir havayla birlesmesiyle hemen çantalar hazırlanıyor ve “Dağlara gidelim dağlara” ezgileri ile yola çıkıyoruz. Sibiu Bükreş’e 280km uzaklıkta.Bukres Pitesti arası otoban, sonrasında ise Sibiu’ya kadar Olt nehrinin böldüğü orta Fagaras dağlarının arasından geçiyoruz. Yollar çok keyifli, minik minik köyler dağların görkemi ile iyice küçülüyor. En büyük sıkıntı tırların da aynı yolu kullanıyor olmasi ki birinin arkasına takılıp tın tın gitmek bazen sıkıcı olabiliyor.
Sibiu’ya ulaştığımizda saat 14:00 oluyor bile (10.30 da yola çıktığımızı düşünürsek çok da kısa bir mesafe değil Bükreş’e). Şehir yüksek sur duvarları ve koruma kuleleri ile çevrili. Eski kentin içine doğru girdiğimizde Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, pastel renklere boyanmış ahşap kiremit çatılı evler, arkalarından yükselen kiliseler, ufak atölye ve butikleri ile masalsı bir havanın içinde buluyoruz kendimizi.Avrupanın en buyuk açık hava müzesi, sanat koleksiyonları, 13.yydan kalma kiliseler ile burası bir kültür kenti. E boşuna değil Sibiu’nun 2007 yılında Luxemburg ile beraber Avrupanın 32. Kültür Başkenti seçilmesi.
1483 yılında Sultan 2. Murat’ın bizzat yönettiği bir kuşatmaya direnmeyi başaran, tarihle dolu Sibiu, ilklerin şehri olmasının da gururunu taşıyor. Romanya’nın ilk hastanesi, kayıtlı ilk okul, ilk müze, ilk eczane ve ilk kağıt fabrikası burada kurulmuş. İlk Romence kitap Sibiu’da basılmış ve dünyanın ilk roket deneyleri de yine burada yapılmış.
Güneşin keyfi ile eski kentin ara sokaklarını gezip Mare meydanında bir kafeye oturup güneşi batiriyoruz. Otelimiz Mica meydanında Casa Luxemburg isimli yaklaşık 200 yillik bir bina. Tertemiz odaları ve güleryüzlü çalışanlarıyla tekrar gelmeye değer. Kısa bir dinlemenin ardından akşam yemeğini yiyerek üniversiteye doğru yürüyoruz. Ursus Cotton Bar ilginç dekorasyonu, farklı kokteylleri ve guzel müzikleriyle Üniversitelilerin sıkça uğrak yeri olduğunu rezervasyonlu masalardan belli ediyor. Ah bi de iç mekanlarda sigara içilmesine izin verilmesi hersey muhteşem olacak.
Ertesi gün yine güneşli bir güne uyarıyoruz. Güzel bir kahvaltı ardından otelimiz önündeki Amber cafe de kahvelerimizi içip fotoğraf makinalarimizla eski kentin arka sokaklarına daliyoruz. Bir elimizde foto makinası, bir elimizde telefonla instagram çılgınlığı nereye kadar bilmiyorum:) Şaka bir yana evler, sokaklar tam fotoğraflık, Japon modundan çıkmak mümkün değil.
Dönüş yoluna geçme vakti geliyor, ama bu sefer dönüşümüzü farklı bir yoldan yapacağız. Atilla’nin uzun zamandır görmek istediğiniz Transfagarasan yolu. Bu yol Fagaras dağlarını tırmanan, dünyanın en ünlü motorsiklet yollarından biri. Yaklaşık 50 km uzunluğunda, 2000m kadar dağa tırmanıp sonra şelaleler eşliğinde Vidraru gölüne kadar zikzaklarla iniyorsunuz. Yukarı tirmandikca doğa değişiyor, kulaklar çınlamaya başlıyor ve manzara daha da ürkütücü bir hal alıyor. Yollar çok kolay değil, bu yüzden dinlenerek gitmek de fayda var.
Bir haftasonu kacamagimiz da bu şekilde sona eriyor. Anılar aklımızda, fotolar cebimizde ne iyi yapmışsın deyip evimize geri dönüyoruz:)